Blog

E-Hemşire.com

Psikolojik Savunma

Savunma Mekanizmaları

Savunma mekanizmaları, engelleme veya çatışma yoluyla doyumsuz kalan ihtiyaçların ortaya çıkardığı kaygı durumlarıyla baş edebilmek için, sorunu gündeme getirmeden, bilinçsizce başvurulan mekanizmalar olarak tanımlanmaktadır.

Savunma mekanizmalarında, insanın bir dereceye kadar kendini aldatması, savunmadan çok, bir nevi avunma içine girmesi söz konusudur. Nitekim bu mekanizmaların kullanılması durumunda insanın kaygı düzeyini azaltan faktör de, algılamadaki bu değişikliktir.

- Bastırma (İçe-Tepme; Repression)

Kişi, benimsemediği, hoşuna gitmeyen, rahatsız edici bir düşünceden uzaklaşmak ve onu kovmak ister. Bastırma ise, bilincin kabul edemeyeceği bir takım isteklerin bilinçaltına itilmesidir. İtilen bu arzular orada birer kompleks halinde saklanacak ve her fırsatta çeşitli şekillerde bilince çıkmaya çalışacaklardır.

Bastırma (içe-tepme), şahsiyette parçalanmaya yol açabilecek, kişinin ruhsal yapısına, tutumlarına ve ahlâkî değerlerine aykırı bir düşüncenin otomatik olarak bilinçaltına atılması olayıdır.

Başka bir deyişle bastırma: Toplumun örf, âdet, gelenek ve ahlâk kurallarıyla, yasaların ortaya koyduğu yasaklamalar karşısında kişinin istek ve arzularını baskı altına alan ve istek alanının dışına çıkaran bilinçdışı çabadır. Unutma, isteksizlik, durgunluk ve dalgınlık, kimi kez bilinç alanına kadar yaklaşan kaygıdan kurtulmak için kişiliğin denetimi ve engellemesi sonucu oluşan güncel yakınmalar ve belirtilerdir.

Bastırma, günlük yaşamımızda çok kullanılan otomatik bir savunma mekanizmasıdır. Çocuk, aileye yeni katılan ve ana-babasının ilgisini üzerine çeken kardeşini öldüresiye kıskanır; ancak bunu bastırmak zorundadır.

Bazen bastırma, bedenin bir bölümünün normal işleyişini de bölebilecektir. Mesela bastırma altındaki insan, cinsel gerilimden korktuğu için iktidarsız veya frijit olabilir veya histeri körlüğü veya histeri felci olarak adlandırılan durumlar da geliştirebilir.

Bastırma ile bilinçaltına itilen istekler, daha ileriki aşamalarda yüceltme (sublimasyon), aklîleştirme (rasyonalizasyon) ve yansıtma (projeksiyon) şeklinde tezahür edebilir. Normal hallerde bu mekanizma sayesinde birçok gayr-ı ahlâkî isteklerimiz bastırılır ve bu sayede insan hayvanlıktan uzaklaşarak medenîleşir.

Bastırma sadece isteklerimizi, hayallerimizi bilinçaltına iterken kullandığımız bir düzenek değildir. Bizde derin kaygı uyandırabilecek düşünceleri de bilinçaltına iterek bastırırız.
Böylece olumsuz düşüncenin etkisi altında ortaya çıkabilecek kaygıyı önlemiş oluruz.

Nitekim ölüm olgusunu çoğu kere hiç düşünmeyişimiz de bastırma türünden bir savunma mekanizmasına örnek olarak verilebilir. İnsanların ölümlü olduğunu bildiğimiz halde sanki hiç ölmeyecekmişiz gibi davranır ve planlar yaparız. Oldukça yaşlı insanlarda görülen para biriktirme ve kimseye yardım etmemek gibi durumlar da ölüm düşüncesini bastırma davranışına örnektir.

Bastırma, insanın temel korunma amacına hizmet eden savunucu ket vurmanın doğrudan bir belirtisidir ve bundan dolayı yadsıma ve bastırma mekanizmalarını birincil savunma süreçleri olarak tanımlamak yerinde olur.

- Yadsıma (Yok Sayma; Denial)

Tüm ilkel savunma mekanizmaları, çevredeki tehlikelerin varlığını yadsıma amacını güder. Eğer kişi tehlikeyle baş edemez ya da ondan kaçınamazsa, kullanılabilecek tek yol bu tehlikeyi yok saymak olur.

Yetişkin insanda gerçeklik sınamasının gelişmiş olması, gerçeğin tümüyle yadsınmasına imkân vermez. Yine de yadsıma eğilimi insanda yaşam boyu sürer ve kaygı oluşturan durumlarda geçici olarak kullanılır. Birçok insan, katlanılması güç bir felâket ya da yenilgiyle karşılaştığında, ‘Bu olanlar gerçekten benim başıma gelmiş olamaz!’ duygusunu yaşar.

Yadsıma mekanizması, en çok can sıkıcı nitelikteki duyguların algılanmasına karşı kullanılır. Bunun örneğini Hz. Peygamberin vefatından sonra Hz. Ömer’in gösterdiği tavırda gözlemleyebiliriz. Zira Hz. Ömer kılıcını eline alarak: Kim, Rasûlullah öldü? derse boynunu vururum! demişti.

İnsanları ne denli sevdiğinden sık sık söz eden kişi de, gerçekte düşmanca duygularını görmezlikten gelme çabası içinde olabilir.

Bazı insanlar ise zorlanma sonucu içine düştükleri sıkıntılı durumlarda, her işleri yolunda gidiyormuşçasına davranma eğilimi göstererek kendilerine ve çevrelerine karşı mutsuzluklarını kabul etmezler.

Kaygı ve çöküntü duygularını hafifletmek amacıyla birçok insanın zaman zaman kullandığı bu yadsıma yöntemi bazı kişilerde süreklilik kazanabilir. Böyle bir insan, duygularının bilinç düzeyine çıkmasını engellemek için kendisine ve çevresindeki kişilere sürekli olarak mutluluğunu kanıtlama çabasındadır. Ancak bunun karşılığını, gerçek benliğine tamamen yabancılaşmakla öder.

- İnkâr ve Yalanlama

Kişi, daha önce yapmış olduğu bir davranışı kabul etmeyip inkâr ederek de bir savunma mekanizması gösterebilir. Çirkin bir davranışta bulunan bir kimse, ‘Hayır ben hiçbir zaman o kişiye kaba davranmadım; sürekli saygılı davrandım’ diyerek daha önceki davranışını inkâr edebilir. Kişi böylece, kötü davranışından doğacak kaygıyı önlemeye çabalar.

Bu mekanizma aynı zamanda, duygusal çatışmalar ve buna bağlı sıkıntı halini hafifletmek amacıyla bu çatışmanın esaslı bir unsurunu unutma halidir. Tek kızı ölen bir annenin, onun misafirlikten dönmesini beklemesi gibi.

- Aklîleştirme (Mantığa Bürüme; Rationalization)

Bu mekanizma, kişinin genellikle şahsî yetersizliklerinden dolayı gerçekleştiremediği istekleriyle ilgili başarısızlığını hafifletici mazeretler bulma biçiminde kendini gösterir.

Kaygının gücünü azaltmak amacıyla ve çoğu kez yadsıma mekanizmasıyla birlikte kullanılan aklîleştirmede iki temel savunma öğesi bulunur;

1-     Kişinin davranışını haklı göstermesine yardımcı olan öğe,
2-     Ulaşılamayan amaçlara ilişkin düş kırıklığının etkisini yumuşatan öğe.

Günlük yaşamda herkes tarafından kullanılan bu mekanizma, kültürümüzde ‘Kedi, uzanamadığı ciğere pis der’ şeklinde ifadesini bulmuştur.

Bilinçdışı bir motivasyonun sonucu olan ve rahatsız eden bir faaliyetin sonucunda ego (Ben), bu davranış için entelektüel bazı sebepler imal ederek kendisine karşı kaybettiği güveni ve itibarı yeniden kazanabilir. Zira insan ruhu kendini eleştirmekten ve kusurlu görmekten daima çekinir. Bilhassa toplumun suçlamalarından ve alaylarından korkar.

Kendini haklı göstermek ve dolayısıyla kendini aldatmak, savunma mekanizmaları içinde çok kullanılır. İnsan olmamız dolayısıyla her gün hesapsız hatalar işleriz. Fakat bunlarla karşılaşmak ve olduğu gibi kabul etmek için gururumuzun zedelenmesi gerekir.

Buna tahammül edemediğimizden, hareketlerimizi Hatasız kul olmaz diyerek mazur göstermek yolunda gayretlerde bulunuruz. Mesela kopya çeken bir öğrenci bu davranışına bir dizi neden bulabilir: ‘Ders o kadar zordur ki kopya çekmese asla geçemez’ ya da ‘öğretmeni de vaktiyle kopya çekmiştir.’ Müşterisine malı hakkında yalan söyleyen esnaf da böyle yapmasa satış yapamayacağını ileri sürer.

Aklîleştirme mekanizması, her zaman insanın şahsî yetersizliklerinden kaynaklanan başarısızlık durumlarında kullanılmaz. Zira insanın bizzat kendi iradesi dışında gelişen olumsuz durumlarda da (sıkıntılar, hastalık, doğal afetler vb.), -bazen kısmen doğru ve çoğu kez makul, fakat tam doğru olmayan sebepler ileri sürülerek- içinde bulunulan şartların olumsuzluğu en aza indirgenmeye çalışılmaktadır.

‘Akacak kan damarda durmaz, Düşmez kalkmaz bir Allah, Gün doğmadan neler doğar’ gibi atasözleri bu tür aklîleştirmeyi örneklendirir. Bunlarda, durum tespiti yapmaktan ziyade insanları bir hedefe yönlendirme vardır.

Ayrıca bu sözlerdeki dini motifler oldukça dikkat çekicidir. Bu durum, Türk halkında bulunan güçlü dini inançların, toplumun hafızası sayabileceğimiz atasözlerine yansımasıyla açıklanabilir.

Bir insanın aklîleştirme mekanizmalarının geçerliliğini sorgulamak, o kişinin kendine olan saygısını korumak için güçlükle kurduğu savunma sistemlerine karşı bir tehlike oluşturur.

Neden bulmak, insanı gereksiz engellenme duygularından korur ve yetersizlik duygularının hafifletilmesine yardımcı olursa da, karşılığı, insanın kendisini aldatmasıyla ödenir. Gerçek/mevcut benlik ile idealize edilmiş benlik birbirinden koptuğu oranda bu mekanizmanın kullanım alanı da genişler.

Kendisini olduğu gibi kabullenemeyen bir insanın yaşamında hoşgörüye de yer olmaz. Eleştiriye katlanma gücü olmayan böyle bir insan, yaptığı her davranışı haklı görmek veya göstermek gereğini duyar. Böylece varoluş sorumluluklarından ve kendi gözünde değersizleşmekten de kaçınmış olur.
Bu savunma ve uyum süreci aşırı şekilde kullanılırsa, cüzi iradenin sorumluluk alanını daraltır; azim ve gayretin gücü zayıflar; kişi kendini olaylar karşısında aciz hissetmeye başlar.

- Şakaya Vurma (Mizah; Humor)


Kişide kaygı uyandıran düşüncelerin ciddiye alınmamasıdır. Bir insan bir konudaki yetersizliği ya da beceriksizliği nedeniyle çevrenin kendisini küçük göreceğinden çekinip bir girişimde bulunamaz ya da davranış yapamazsa, çevreden beklediği eleştirileri şakaya vurup kendi kendine yönelterek kaygıdan kurtulabilir. İngilizlerin, ‘Birçok gerçek şaka ile anlatılır’ atasözü bu vakıaya ışık tutmaktadır.

Nasreddin Hoca bir gün ata binmek ister. Birkaç kez dener; beceremez. Hey gidi gençlik hey! diye içini çeker. Çevreye bakınıp kimsenin olmadığını görünce kendi kendine söylenir: Atma hoca, ben senin gençliğini de bilirim.

- Yön Değiştirme (Yerine Koyma; Displacement)

‘Yerine koyma’ da denilen bu mekanizmanın kullanıldığı durumlarda, doyuma ulaştırılamayan güdü belli bir kaynağa yöneltilmekte; veya engellemenin kaynağına gösterilemeyen tepki, daha az tehdit edici ve daha kolay ulaşılabilen bir nesneye yöneltilmektedir.

Bu duruma günlük yaşamda çok sık rastlanır: İş yaşamında üstleri tarafından haksızca eleştirilen kişi, dışa vurulduğunda tehlike yaratabilecek duygularını önce baskı altına alır; sonra bu kızgınlığını, yoktan bir neden bularak eşinden ya da çocuklarından çıkarabilir.

Özellikle reddedilmeye ve eleştiriye aşırı duyarlı kişiler, çevrelerine karşı geliştirdikleri uysal tutumların ardındaki kızgınlık duygularını sürekli bastırır ve sonrasında, nasıl olsa kendilerine katlanmak zorunda olan şamar oğlanlarına boşaltırlar. Bu durum, halk arasında ‘Eşeğini dövemeyen semerini döver’ ya da ‘Gavura kızıp oruç bozmak’ ifadeleriyle belirtilmiştir.

- Yansıtma (Projection)

Yansıtma mekanizması, insanın, kendi kusurlarını ve aykırılıklarını başkalarına ve eşyanın tabiatına bağlaması ve yansıtmasıdır.

İki şekilde işlemektedir;

1-   Kişi kendi eksikliklerinin ve yenilgilerinin sorumluluğunu ya da suçunu başkalarına yükler. Her türlü sorumluluk ve fatura, kendi dışındaki kişilere, yöneticilere, sisteme, dış güçlere ve düşmanlara yüklenir. Başarısızlıklarının ve gayret göstermeyişlerinin nedenini açıklarken: ‘Eğer …olsa veya verilse bizler dünyaya meydan okuruz ve işlerimizi herkesten daha iyi yaparız’ ifadelerine bol miktarda yer verirler.

Dolayısıyla, bu istekleri yerine getirilmediği için istenilen düzeyde çalışmadıklarını veya sistemin değişmesini ve baharın gelmesini beklediklerini sıkça belirtirler.

Sonuç olarak bu insanlar masumdurlar ve günahsızdırlar. Her şeyin sistemden, dış güçlerden veya yöneticilerden kaynaklanmakta olduğu kanaati zihinlere yerleşmiştir. Başarısız öğrenci hakkının yendiğini söyler; gol atamayan futbolcu arkadaşlarının iyi pas vermediğini iddia eder.

Çeşitli yakınmalarla kliniğe başvuran bir genç kadın, tedavinin başlangıcında sorunlarını kocasının yetersizliğiyle açıklamıştı. Oysa egosu yeterince olgunlaşmamış olan bu kadın hiçbir konuda karar verme yürekliliğini gösteremiyor ve kendi yetersizliğini görmemek için sürekli kocasını suçluyordu.

Örneğin, özellikle akşam saatlerinde kendini nasıl oyalayacağını bilemediğinden, kocası ilgiyle bir gazete okuduğunda ya da bir televizyon programını izlediğinde, onu bencil bir kişi olmakla ya da her gece evde oturmak istemekle suçluyordu.

Uysal bir adam olan kocası ilgilendiği şeyi bırakıp, o gece için nasıl bir önerisi olduğunu sorduğunda, sorumluluğu ve kararsızlığıyla baş başa kalan genç kadın bu kez de yeni bir yansıtma türü geliştirerek kocasını kararsız olmakla suçluyordu.

2-   İstenmeyen, kabul edilemeyecek türden arzu ve tutumları yansıtma eğiliminden kaynaklanır. Dedikoducu bir kadın, çevresindekilerin onu çekiştirdiğine inanır. Eşini aldatan bir erkek, bunu eşine aşırı kıskanç davranarak yansıtır.

Bu eğilim daha çok kendini katı değer yargılarıyla yöneten kişilerde görülür. Böylesi insanlar, bilince ulaşması sakıncalı görülen eğilimlerini (aklîleştirme/neden bulma gibi diğer mekanizmalarla denetleyemediklerinde) yansıtma yoluna başvururlar. Böylece kişi kendi arılığını korumuş olur ve duygularını yansıttığı insanı kötü amaçlı biri gibi görmeye başlar.

Kimi insanlar da değersizlik duygularını yansıtarak diğer insanların kendini küçümsediğine inanır. Böyle insanlar başkalarının kendine gösterdiği davranışlara aşırı duyarlıdır ve reddedildiklerini ya da değersiz bulunduklarını kanıtlayıcı ipuçları ararlar. İç güvensizliğin dış dünyaya yansıtılması sonucu geliştirilen bu yalın tepkiye halk dilinde alınganlık denir.

- Özdeşleşme (Aynîleşme; İdentification)

Özdeşleşme mekanizması, hayatta türlü başarısızlıklar ve yılgınlıklar karşısında kişinin, bazen herhangi bir alanda başarılı bir kişi veya grupla kendini bir sayma veya kendini onlara yakın hissetmesiyle kısmî bir doyuma ulaşma çabası olarak tanımlanabilir.

Hayatın bütün sosyal müesseselerinde, eğitimde, dinlerde ve ideolojilerde birçok prensip ve değerlerde rol oynayan bu mekanizmanın bazı sonuçları müspet ve normal, bazıları mübalâğalı, bazıları ise zararlıdır.

Özdeşleşme, normal gelişim süreci içinde çocuk ya da ergenin -benliğine örnek olarak- erkek ise babasını, kız ise annesini ya da diğer kişileri seçip onlara benzemeye çalışması; yani taklit yoluyla öğrenme süreçlerinin bir parçası olarak yaşanır.

Erkek çocuk babasının konuşma biçimini, sokakta sık sık karşılaştığı delikanlının yürüyüşünü, televizyonda izlediği film kahramanının yürekliliğini, öğretmenin bilgiçliğini, okuduğu romandaki erkeğin gücünü içine aktarıp bunlarla özdeşleşerek, kişiliğini cinsiyetine uygun olarak geliştirir.

Kız çocuk da annesi gibi sevimli, filmdeki kadın oyuncu gibi alımlı, komşudaki abla gibi bakımlı, öğretmeni gibi insancıl öğeleri benimseyerek kadınca gelişmenin gerekli olduğu özdeşleşmeyi yapar.

‘Anasına bak kızını al, kenarına bak bezini al, Babası ekşi elma yer, oğlunun dişi kamaşır, Üzüm üzüme baka baka kararır’ şeklindeki atasözleri bu özdeşleşmeyi ifade etmektedir.

Çocuklukta başlayan özdeşleşme süreci gençlik çağının sonunda tamamlanır. Bu çağın sonunda insan kendine özgü kişiliğini kazanmış ve tamamlamıştır. Buraya kadar anlatılanlardan; sağlıklı bir özdeşleşme yapılanmasında ve kişiliğin gelişmesinde, çocuğun ve gencin içinde yaşadığı toplumsal, kültürel çevrenin çok önemli bir etken olduğu görülmektedir.

Çocuk ve genç, güdülerine doyum sağlayan nesneleri ve kişileri içine yansıtmak ve onlarla özdeşleşmek zorundadır. Bu nedenle, sunulan ne ise onu ve onun parçalarını alacaktır.

Gençlik çağından sonra özdeşleşme yapılan kişilerin sık sık değişmesi ise olumsuz gelişmelere yol açabilir: Kişilik özellikleri belirlenemez. Karşısına her çıkanı taklit eden, hemen benimseyen, sonra terk eden silik soluk bir kişilik oluşur.

Ünlü bir artistin saç biçimi, bir tanıdığın konuşması, roman kahramanının tutumu ya da davranışı bir süre taklit edilir; sonra bunların yerini başkaları alır. Böylece yaşamını taklitlerle geçiren kişiliksiz bir insan ortaya çıkar.

‘Karga kekliği taklit ederken kendi yürüyüşünü şaşırmış ve Keklik saksağana imrenmiş, kendi yürüyüşünü şaşırmış’ atasözleri, bir savunma mekanizması olarak kullanılan özdeşleşme yoluyla doyum sağlama çabalarını veciz bir şekilde hicvetmekte; ve herkesin kendisini, bizzat kendi gerçekliği içerisinde değerlendirmesi gerekliliğini vurgulamaktadır.

Neticede hepimiz hayran olduklarımızı taklit etmek ve onlara benzemek meylindeyiz. Her zaman kuvvetli, itibarlı, sevilen ve sayılanları taklit etme temayülündeyiz.

Benimseme mekanizması aile, okul ve toplumda çok önemli rol oynadığından, eğitim konularında bu mekanizmadan geniş ölçüde istifade edilebildiği gibi; gençlerin benimseyeceği kahramanların müspet olmasına da dikkat etmek gerekmektedir.

Yetişkin dönemde ise özdeşleşme, kişinin değerini koruma ve artırma amacını güden bir savunma mekanizması olarak kullanılır. Benimseme, ruha sulh, ahenk, tatmin ve saadet verir.

Yetişkin insanlar işleriyle, evleriyle, özel ilgi konularıyla, çocuklarının başarılarıyla ve siyasal öğretilerle özdeşleşirler. Bağlı olduğu grubun gelişmesi ve başarısı gibi, yenilgileri ve sorunları da insanı kendi başarı ya da sorunuymuşçasına yakından ilgilendirir.

Ancak, eğer insan kişisel değerlerini ve yeterlik duygularını özdeşim gruplarına aşırı oranda bağlamışsa, özdeşimlerinin yetersiz kaldığı zorlanma durumlarında ya da özdeşleştiği grubun düş kırıklığı yaratması sonucu kendine olan saygısını kolayca yitirebilir.

Üstelik 2. Dünya Savaşından bu yana ve özellikle son yıllarda hızlı toplumsal değişmelerin yarattığı şaşkınlık ve anlamsızlık duyguları, insanların gruplara eskisinden daha çok sığınmalarına neden olmuştur.

Günümüzde, özellikle gelişmiş toplumlarda insanlar alışılmışın dışında bazı inanç gruplarından anarşist felsefe öğretilerine kadar çeşitli gruplarla özdeşleşmektedir.

Çağdaş insan, toplum gözünde değer yükseltici grupların yanı sıra, teknolojik toplum kurallarına karşı çıkan azınlıklarla da özdeşleşebilmekte ve hatta bazen özdeşleşme mekanizmasının sınırlarını da aşarak, içleştirme mekanizmasını kullanma yoluna gitmektedir. Dolayısıyla çağdaş insanın sorunu çoğu kez özdeşleşme ihtiyacının ötesinde bir kimlik bunalımı niteliğine ulaşmaktadır.

Diğer savunma mekanizmalarında olduğu gibi özdeşleşmede de gerçekten kopmamak önemlidir. Eğer birisi, sosyal bir kurum veya kişiyle gerçekte olduğu gibi değil de düşsel olarak özdeşleşmişse, karşımızda bir şahsiyet bozukluğu var demektir.

- İçleştirme (İntrojection)

İçleştirme mekanizması, kişinin, bir diğer insanın ya da bir grubun bazı özelliklerini ve inançlarını kendi benliğine katarak kişiliğinin parçası durumuna getirmesidir.

İçleştirme ve özdeşleşme mekanizmalarının ortak yönleri olmakla birlikte, ayrıldıkları önemli bir nokta vardır: Özdeşleşmede kişi, kendi ideallerine uyan insanları ya da kavramları benimser; içleştirilen değerler ise, kişinin önceki inançlarına ters de düşse kabul edilirler.

Bir insanın, düşüncelerine uygun düşen bir siyasal öğretiyle özdeşleşmesi kendi seçimiyle olur. Öte yandan, diktatörlükle suçlanan bir düzen değişikliği karşısında kişi, güvenliğini koruyabilmek için bu rejimin getirdiği yeni değerleri -önceki inançlarıyla uyuşmasa da- içleştirebilir. Bu durum, ‘Bükemediğin eli öp’ şeklinde ifade edilebilir.

- Yapma-Bozma (Undoing)

Ana-babanın ve daha sonraları toplumun içleştirilen değerleri, kişiye, uygunsuz davranışlarından ötürü kendini suçlama, yargılama ve cezalandırma sorumluluğunu yükler.

Yapma-bozma mekanizması, kişinin kendisi ve çevresi tarafından onaylanmayacak düşünce ya da davranıştan vazgeçmesi ve eğer böyle bir söz ya da eylem dışa vurulmuşsa, ortaya çıkan durumu onarmasıyla belirlenir.

Bir başka anlatımla; bu mekanizma suçluluk duygularına karşı geliştirilir ve adeta bir sözcüğü yanlış yazan kişinin kâğıdı bir silgiyle temizleyerek o sözcüğü yeniden yazmasına benzer.

Yapılan yanlışı düzeltmenin ya da ondan ötürü özür dilemenin ceza tehdidini bağışlanmaya dönüştürebildiği, çocukluk yıllarında öğrenilir. Yapma-bozma mekanizması, kökenini işte bu yaşantılardan alır.

Yapma-bozma mekanizması günlük yaşamda çok sık kullanılır. Kusurlu davranışlarımız için dilediğimiz özürler, günahlarımıza karşılık verdiğimiz sadakalar ve arada bir duyduğumuz pişmanlıklar bu mekanizmanın ürünüdür.

Suçluluk duygularının çok yoğun olduğu durumlarda ise kişi bu duyguların oluşturduğu kaygıdan kurtulma yolunu cezalandırılma da arar. Cinayet işleyen kişilerin bazen yıllar sonra polise başvurarak suçlarını itiraf ettikleri görülmüştür. Suçluluk duyguları en üst sınıra vurduğunda ise bazen tek kurtuluş yolu intihar olarak görülür.

Ana-babalar çocuğu engelleyici ve suçlayıcı tutumlar geliştirirse, çocuğu özerklikten ve girişim yeteneğinden yoksun bırakırlar. Çok aşırı durumlarda ise, yaptığı her davranıştan suçlanan, her konuda kararsızlığa kapılan ve adeta kendi varlığından suçluluk duyan kişiler ortaya çıkar.

Bu kişiler, toplumun onaylamadığı eylemlerin yanı sıra, normal insanlar için olağan sayılan davranışlardan ötürü de suçlanırlar. Kimi insan yolda yürürken adımı bir tümseğe takıldığında bile ağzından pardon! sözcüğü çıkar.

Bir diğeri, tek başına karar vermenin yaratacağı suçluluktan kurtulmak için alışverişe çıkarken yanına birini alır ya da yanlış karar verme korkusuyla bütün dükkânları dolaşır yine de evine döndüğünde yanlış bir seçim yapmış olduğu inancına kapılarak dönüp, aldığı eşyayı değiştirmek ister.

Kimi ise bir topluluk içinde aklına gelen düşünceleri -yanlış bir şey söyleyeceği korkusuyla- açıklamaz.

Suçlayıcı ana-babanın ürünü olan bu kadar katı bir vicdan (süper ego), kişiyi her türlü girişimden alıkoyar ve yaşam alanını daraltır.

Yapma-bozma mekanizması daha çok kişinin haberdar olduğu suçluluk duygularına karşı geliştirilir ve gereğinde yadsıma ve yansıtma mekanizmasıyla birlikte kullanılır.

- Telâfi (Dengeleme; Ödünleme; Compensation)

Kişinin, doyuramadığı yahut engellenen istek ve amaçları yerine başkalarını koymasıdır. Böylece engellenme sonucu kaygıya düşen, uyumsuzluk gösteren insan, başka alanda elde ettiği başarıyla kendine olan saygınlığını sürdürebilir.

Bu düzenekte, aşağılık duygusuna sebep olan gerçek veya hayal kusurlar, fizikî veya manevi sahalarda diğer kabiliyetler ve karakteristikler abartılarak telâfi edilir. Ancak bu telâfi, başkalarının beğenme ve hayranlığına muhtaçtır.

Telâfi bazen belirli bir amaca yönelik bilinçli davranışlar biçiminde görülebilir. Örneğin, bedensel bir sakatlığı olan bir insan, sürekli çabaları sonucu bu durumun olumsuz etkilerini telâfi edebilir.

Nitekim olimpiyat şampiyonu bir yüzücü, geçirmiş olduğu çocuk felcinin bıraktığı hareket yetersizliğine karşı yılmadan savaşarak bu başarısına ulaşmıştır. Demosthenes konuşma güçlüğünü, Byron ayağındaki sakatlığı, Beethoven ve Smetana ağır işitmelerini bu mekanizmayla telâfi etmişlerdir.

Telâfi edici tepkiler daha çok dolaylı bir biçimde geliştirilir. Sakatlığının ya da yetersizliğinin etkilerini doğrudan gidermek yerine, kişi, bir başka yönünü geliştirerek ya da ilgiyi bir diğer yönüne çekerek bu eksikliğini telâfi edebilir. Harcanan bu çaba, kişinin yaratıcılığına ve kendini gerçekleştirmesine de olumlu katkılar yapar.

Aile yaşamında mutsuz olan kişi, aile içindeki uyumsuzluğu nasıl gidereceğini bilemez; bu konuda kendini eksik ve yetersiz hisseder. Fakat buna karşılık kendini iş yaşamında yetenekli bulursa, aile mutluluğunu sağlamak için çaba göstermek yerine kendini iş hayatına verir.

Doyumlu bir sosyal ilişkiye girememiş bir üniversiteli genç, kendinden ve yetiştiriliş biçiminden ileri gelen eksikliklerini gidermek için çaba harcayacak yerde, bütün enerjisini başarılı olduğu derse verir ve kendini sosyal yaşamdan tamamen soyutlar.

Eğer bu genç derslerinde de pek başarılı değilse, enerjisini başka yollara yönlendirebilir. Örneğin, politik tutumuna uygun bir aşırı akıma girerek bütün enerjisini o yönde kullanabilir.

Yine; derslerinde başarısız olan bir öğrenci spor yaparak saygınlık kazanmaya; işinde başarısız olan bir kişi de dernek işlerini çok iyi ve yararlı bir biçimde yürütmeye çalışabilir.

Fiziksel görünümü çekici olmayan bir genç kız, çevresinde oluşturduğu sıcak ve sempatik etki sonucu pek çok erkeğin ilgisini çekebilir; ya da çalışıp, başarılı bir biçimde doktorasını yapar ve bilim alanında başarılı bir kimse olarak herkesin dikkat ve takdirini kazanabilir.

Çocuk sahibi olmak isteyen bir kadın ise, bu isteğini gerçekleştiremiyorsa, evlatlık edinerek veya anaokulunda öğretmen olarak doyum arayabilir.

Kocasından sevgi ve ilgi görmeyen bir kadın, alışveriş yapma ve parasını bir şeylere sahip olma için harcama eğilimine girebilir.

Hayatından memnun olmayan kadınların sık sık saç modellerini değiştirmek istemeleri de buna örnektir. Aslında hayatını değiştirmek isterken, bunu yapamadığı için, müdahale edilmesi daha kolay bir alanda değişiklik yapma yoluna giderler.

Ne var ki telâfi edici tepkilerin hepsi olumlu ve yararlı değildir: Sevilmediğine ve istenmediğine inanan bir çocuk, diğer çocuklara zorbalık ederek eksikliğini gidermeye çalışabilir.

Sevgiden yoksun kalmış ve engellenmiş biri, yalnızlığını aşırı yemekle telâfi edebilir. Kimi sık sık ailesindeki önemli kişilerden söz eder; kimi ise sürekli olarak diğer kişileri kötüleyerek ya da başarılarını küçümseyerek kendi düzeyine indirmeye çabalar.

İçinde yaşadığımız kültürde, bir şeyi diğer insanlardan daha iyi yapmayı istemek normal bir duygudur ve böyle bir tutum kişilerin yanı sıra toplumların da gelişmesini sağlar.

Ancak olumsuz telâfide bu mekanizma farklı biçimde işleyebilir ve: ‘ben ondan daha iyisini yapmak isterim’ tutumunun yerini: ‘onun benden daha üstün olmasını engellemeliyim!’ tutumu alır. Bu tür eğilimler kişiyi kendi eksiklik duygularından kurtarmadığı gibi, çoğu kez içinde yaşadığı toplum grubunun gelişmesini engelleyici sonuçlara da neden olabilir.

Güç kazanma hırsı, kişiyi çaresizlik duygularına karşı korumayı amaçlamıştır. Böyle bir insan, en küçük bir zayıflığının başkaları tarafından fark edilmesine katlanamaz; yardım isteme gibi diğer insanlar için olağan karşılanan yollara başvurmaz; başkalarının görüşlerine kolayca katılmaz.

Güç kazanma çabası, toplum içinde silinme ve önemsiz görünme korkularını da telâfi eder. Ve kişi, yumuşak bir tutum göstermenin yalnızca tehlikeli olduğuna değil, küçük düşürücü olduğuna da inanmaya başlar. Böyle kişiler, diğer insanların kendilerini her zaman haklı görmesini ister; önemsiz bir konuda bile yanlışları gösterildiğinde hırçınlaşır.

Her şeyi herkesten daha iyi bilmeleri/yapmaları gerektiği inancındadırlar. Nevrotik düzeyde güç kazanma ihtiyacının diğer bir belirtisi kendi bildiğini okuma isteğidir. Böyle biri, beklediği şeyler istediği biçimde ve istediği anda yapılmazsa hırçınlaşır.

Toplum içinde silik ve önemsiz olma kaygıları, çoğu kez saygınlık kazanma çabalarıyla telâfi edilir. Böyle bir kişi, insanları etkilemek, onların hayranlığını ve saygısını kazanmak ister. Onları güzelliği, zekâsı ve olağanüstü başarılarıyla etkilediğini düşler; bol para harcar, son çıkan kitaplardan, tiyatro oyunlarından ya da tanıdığı ünlü kişilerden söz eder.

Saygınlık kazanmayı nevrotik düzeyde ihtiyaç olarak arayan insan, kendisine hayranlık duymayan kişilerden kaçınır. Kendine olan saygısı beğenilmek üzere kurulduğundan, ilgi görmediği yerde kendisinin hiçe indirgendiği sanısına kapılır; aşırı alınganlığı sebebiyle sık sık küçük düşürüldüğüne inanır; önemsenme korkuları arttıkça dıştan gözlemlenen davranışlarına kızgınlık ve hırçınlık egemen olur. Dolayısıyla, kaygı ve düşmanlık duyguları sürekli yenileriyle beslenir.

Kimi insanlar çaresizlik duygularını ve küçük düşme kaygılarını paranın getirdiği güç ve saygınlıkla telâfiye çalışır. Bazen toplum değerleri de para hırsının mantık dışı bir nitelik kazanmasını pekiştirebilir. Para kazanma hırsı, yoksul kalma ve diğer insanların yardımına gerek duyma kaygılarına karşı geliştirilir. Bu korkuyla güdülenen kişi, para kazanabilmek için her türlü imkânı değerlendirir ve sürekli çalışır. Ne var ki kazandığı parayı daha iyi yaşamak için kullanamaması, bu çabasının savunma niteliğini açıkça ortaya koyar.

- Aşırı Telâfi (Overcompensation)

Kişi bozuma uğradığında, çevresi tarafından aşağılanma ve kendine olan saygısını yitirme tehlikesiyle karşı karşıya kalır. Bu tehlikeyi ortadan kaldırmak ve çatışmadan kurtulmak için aşırı çaba gösterir. Gösterilen bu çabanın sonucunda, aşağılanmaya sebep olan kusur giderildiği gibi, bunun çok daha ötesine varılır ve o alanda üstünlük kazanılır.

Ünlü konuşmacı Cicero’nun çocukluğunda kekeme olması, Hitler, Mussolini, Napolyon gibi narin yapılı kişilerin büyük güce ve iktidara ulaşmaları, pek çok kadın film yıldızı ve vücut geliştirme şampiyonunun çocukluklarında çelimsiz ve gösterişsiz olmaları aşırı telâfiye örnek olarak gösterilebilir.

- Yüceltme (Sublimation)

Telâfi, engellenen ve doyurulamayan istek ve davranışların yarattığı tedirginliğin, onların yerine geçebilecek diğer istek ve davranışlarda giderme biçiminde işleyen bir mekanizmadır. Yüceltme mekanizmasında ise, ilkel nitelikteki eğilim ve istekler doğal amaçlarından çevrilerek, toplumca beğenilen etkinliklere dönüştürülürler. Bu nedenle, tüm başarılı savunma mekanizmaları yüceltme başlığı altında toplanabilir.

Gerçekte bu terim spesifik bir mekanizmayı tanımlamaz; edilgenlikten etkenliğe geçmek, olumsuz bir amacı yapıcı bir yöne çevirmek gibi türlü başarılı savunma yöntemleri bu başlık altında toplanabilirler.

Ortak olan yön, egonun, boşalımı engellemeksizin ulaşılmak istenen amacı değiştirmesidir. Yüceltilmiş dürtülere dolaylı yollardan da olsa boşalım imkânı sağlanır. Oysa başarısız savunma mekanizmalarında dürtülere çıkış yolu bulunamaz. Buna karşılık yüceltme mekanizmasında özgün dürtü ortadan kalkar; çünkü kendisine ait enerji başka bir amaçla kullanılır.

Meselâ saldırganlık ve başkalarına zarar verme güdüsü en ilkel ve kaba biçimde ortaya çıktığı zaman insanın adam öldürmesine yol açabilir. Sürekli dövüşmek ve başkalarına posta koymak isteyen kişinin bu davranışı -toplumsal nitelik kazandıkça- ilerde bekçi, polis ya da asker olduğu zaman görevinin bir parçası gibi görülür.

Çocukluk dönemlerinde cinselliğe karşı duyulan yoğun merak ise, yetişkinlikte bilimsel araştırmaya dönüşebilir. Çocukluk yıllarının olağan göstermeci eğilimleri, bazen bir insanın herkesin hayranlığını kazanmış bir oyuncu olmasıyla sonuçlanabilir.

- Karşıt-Tepki Oluşturma (Reaction-Formation)

Bu savunma mekanizması, gerçek duygu, düşünce ve beklentilerinizin tam aksini yaptığınız zaman kendisini gösterir. Gerçek duygularınızı göstermek, içinde bulunduğunuz durum içinde uygun kaçmayacağından, gerçek duygularınıza zıt fakat o durum içinde kabul edilebilen duyguları göstermeye başlarsınız. Buna, karşıt-tepki geliştirme adı verilir.

Örneğin; toplantılarda herkesten daha neşeli görünen, her şeye gülmeye hazır olan kişi belki de gerçekte mutsuzdur.

Sürekli saldırgan davranışlarda bulunan biri, insanlardan korktuğu için böyle tepkiler geliştirmiş olabilir.

Yeniden evlenmesine, küçük çocuğunun bir engel oluşturduğunu düşünen dul anne, içten içe çocuğuna duyduğu kin ve öfkesini, çocuğuna aşırı bir ilgi ve sevgi göstererek saklama çabasına girebilir.

Açık-saçık yayınlara aşırı tepki gösteren kişi, kendi cinsel dürtülerini denetimde güçlük çekmekte olabilir.

Yine toplumumuzda kendilerine biçilen rolden ya da bizatihi kadınsı özelliklerinden utanan bazı kadınlar da kadın olmak yerine, erkeksi davranış ve giyim tarzını benimseyerek ki erkek Fatma tabiri bunun için doğmuştur- birinci sınıf bir kadın olmayıp, ikinci sınıf bir erkek (özentisi) olmayı tercih ederler.

Bu mekanizmayı kullanan kişiler, kendi yaşamlarını olduğu gibi yakın çevrelerindeki insanların davranışlarını da baskı altında tutma eğilimindedirler. Yaşam alanlarını dar tutarak kendilerini koruduklarından, baskı altındaki isteklerini kışkırtabilecek her türlü yeniliğe ve değişikliğe karşı çıkarlar.

Karşıt tepki oluşturma, ideal benliği gerçek/mevcut benliğe en çok yabancılaştıran savunma mekanizmasıdır.

- Hayal Kurma (Fantasy)

Kişi, istekleri ve amaçları gerçekleşmediği zaman çoğu kez hayal kurmaya başlar. Bu şekilde gerçek dünyasında onu sıkan düşüncelerden uzaklaşır, daha doyumlu görünen bir hayal dünyasına girer.

Bu tür bir savunma mekanizmasına kültürümüzde, ‘Aç tavuk (rüyasında) kendisini buğday ambarında görür, rüya ile hülya olmasa, züğürdün canı çıkar’ atasözleriyle atıfta bulunulmaktadır.

Arada bir hayal dünyasına kaçışın, insandaki gerginliği gidererek günlük yaşantısındaki sorunlarla daha etkin bir şekilde mücadele etmesine yardımcı olduğu söylenebilir.

Zira bu hayaller, kişiyi kısmen teselli eder ve tatminsiz kalan ihtiyaçlarını giderecek yeni yollar telkin edebilir: Meselâ; dar gelirli kapıcı Ahmet Efendi, sık sık kendisini zengin bir iş adamı olarak hayal eder. Türkiye’nin en zengin kişilerinden biri olacak, büyük kentlerde işyerleri açacaktır. Bu kadar ünlü olan Ahmet Bey, ara sıra ansızın işçi ailelerini ziyaret edecek ve onlarla birlikte oturup, onların mütevazı sofrasında yemek yiyecektir. Bir gün bu işçi ailelerinden birinde genç ve güzel bir kızla tanışır…

Bu hülyalar zahmetsizce bütün isteklerin doyurulmasına, bütün zorlukların halledilmesine yaradığı için çok caziptir ve doyurucudur. Ancak bu mekanizmanın sıklıkla kullanılması, hayal dünyası ile gerçek dünyanın birbirine karıştırılarak insanların gerçeklerle ilişkisini kesmesine neden olabilmekte ve günlük yaşama uyumu zorlaştırabilmektedir.

Ruh sağlıklı ise hayali düşünce, realiteyle kontrol edilir. Bu kontrolün olmadığı, tamamen hayale dalan ve hayali de gerçeklikle karıştıran kişilerde ruh sağlığı ciddi olarak bozuluyor demektir. Çünkü kişinin gerçeklerle ilgisi azalacak ve hayalleri gerçek gibi görmeye başlayacaktır. Bir netice olarak mübalağacılığın, övünmenin, marazî yalanların ortaya çıktığı görülür.

Diğer taraftan; düş kurmanın gerçekle olan bağlantısı ne kadar sağlamsa o kadar yararlıdır. Pek çok büyük başarının (telefon, radyo, t.v gibi) başlangıçta yalnızca birer hayal olduğu unutulmamalıdır.

Üretken ve mucit kimselerin hayal gücünün zengin olduğu; hayal kurmanın yaratıcı zekâyı kamçıladığı da söylenir. Ancak kişi hayal ile gerçek arasındaki sınırı bildiği ve kurduğu hayaller, gerçek dünyasıyla ilişkisini kesmediği sürece hayal kurmanın sakıncası yok, aksine yararı vardır.

- Sembolleştirme (Symbolization)


Sembolleştirme, çeşitli düşünce ve hisleri kinayeli ve örtülü bir şekilde ifade ettiren tekniktir. Baskı altında bulunan duygu ve düşüncelerin biçim değiştirerek bilinç alanına girmesidir.

Devamlı el yıkama ve temizlenme takıntısı, manevi bir kirlenmenin ya da günahkârlık duygusunun sembolü olabilir. Gaddarlık, zulüm duygusu ve arzusu, kinayeli alaylar ve tacizler sembolik hicivlerle tadil edilir.

Saadet ve şans getireceğine inanılan eşyalar, fetişler de birer sembolden ibarettir. Düş ve rüyalarda işlerliği olan bu düzen, ruh hastalıklarında algı ve düşünce bozukluklarının ortaya çıkmasına yol açar.

- Gerileme (Regression)


Davranışların çocukluk ve gençlikteki duygusal gelişme dönemlerine geri dönmesidir. Kişi, gerçeklerden kaçmak, kaygı ve gerilimden kurtulmak için, çok eskilerde kalmış çocukluk yaşlarının tutum ve davranışlarını benimseyerek, o yılların dirlik düzenlik içinde olan, aileden ve çevreden destek bulan, anlayış gören dönemini yeniden yaşamak ister.

Gerileme, çocukluk dönemindeki saplantılara doğru olur. Yetişkinlere özgü nesne ve kişi ilişkilerinden, çocukluk dönemleriyle ilgili olanlara; ya da bunların yerini tutanlara doğru gerileme ruh sağlığını bozar.

Engellerle karşılaşan insan, kişiliğini bunları aşamamanın yarattığı kaygıdan kurtarmak için bu tür savunma düzenine sığınır. Gerilemede bilinçdışı istekler canlanır ve değişik belirtilerle bilince çıkarsa, ruhsal bozukluklara sebep olur.

Bilinç alanı türlü korkular, endişeler, gerçekdışı düşüncelerle dolar. Günlük yaşamın gerçekleriyle başa çıkamayan, bunların yarattığı kaygıyı başarılı biçimde çözemeyen kişi, ruhsal bir yakınma ya da bozukluğa sığınarak kendisini savunur. Ancak bu savunma biçimi sağlıklı değildir.

Bazen gelip geçici gerilemeler günlük yaşamda da ortaya çıkar. Yabancı birinin yanında heyecanlanmak, düşündüğünü söyleyememek, kekelemek, aşırı el kol hareketleri yapmak, küçük bir engel karşısında bağırıp çağırmak, çevreden hep anlayış ve destek beklemek, aşırı duygulanma ya da coşku belirtileri çocukluk dönemi saplantılarına geri dönüştür.

- Saplanma (Fixation)


Kişinin gelişim çizgisi içindeki belli bir noktada veya belirli bir alanda duraklaması, diğer tüm alanlarda normal gelişme çizgisini izlerken, o alanda ilerleyememesidir.

Saplantılar ve gerilemeler güdülerin doyumuna bağlıdır. Çocukluk ve gençlik çağında güdünün doyum biçimi kişinin kaygısını giderir. Yasaklanmış bir güdünün yüzeye çıkmasını engelleyerek kişiliği kaygıdan korur.

Yetişkinin davranışı bu çağlardaki saplantılarına bağlıdır. Gelişme dönemlerini saplantısız geçirmiş insanlarda sağlıklı kişilik yapısı gelişir; başarılı, olumlu, olgun savunma düzenleri kullanılabilir.

- Duygudaşlık (Sympathy)

İnsanların kaygıdan uzaklaşmak için geliştirdikleri tutumlar 3 bölümde toplanabilir;

1-     İnsanlara yaklaşma,
2-     İnsanlardan uzaklaşma,
3-     İnsanlara zıt tutumlar geliştirme.

İnsanlara yaklaşma amacıyla geliştirilen tutumlar da iki alt bölüme ayrılabilir.

- İnsanların sevgisini kazanabilmek için onlara duygudaş olmak,
- Diğer insanların yönetimi altına girmeyi kabul etmek. (boyun eğmek)

Duygudaşlık mekanizmasında kişinin geliştirdiği tutum, Eğer insanlar beni severlerse beni incitmezler biçiminde özetlenebilir. Bu tutum abartıldığında içleştirme mekanizmasına dönüşebilir.

Sağlıklı ve iyi insan, diğerlerine olduğu gibi kendine karşı da iyi olan kişidir. Oysa sevgi açlığı içindeki bir insan, çevresinde iyi izlenimi bırakmak için kendi kişiliğini adeta ortadan siler; gerektiğinde dahi hayır! demez.

Başkalarının görüşlerini kabullenir, paylaşır, fikrini söylemez. Sürekli başkalarının yardımına koşar. Çevresi ondan genellikle iyi insan diye söz etse de, bu özelliği dışındaki kişiliğini tanımlayabilmekte güçlük çeker.

Çoğunluğu geçmişin uslu çocukları olan bu insanlar, çevrelerine sevgi karşılığı rüşvet dağıtırken, kendi kişiliklerinden vazgeçmiş olmanın ortaya çıkardığı düşmanca eğilimleri sürekli baskı altına almak zorunda kalırlar.

- Boyun Eğme (Submission)

Kimi insanda sevgi kazanma çabası, yerini zorlanımlı bir boyun eğme tutumuna bırakır. Önceki gruptan duygudaşlardan farklı olarak, bu insanların sevgiyi bulabilme umutları da yoktur ve uysal davranışlarını, sevgi kazanmaktan çok, güvenlik kazanmak için geliştirmişlerdir.

Bu tür tutumlar, Boyun eğersem beni incitmezler biçiminde özetlenebilir. Böyle bir insanda, kaygının yoğunluğu sebebiyle sevgiye inançsızlık kesindir. Bu nedenle çevrelerindeki insanların tümüne -ayrım yapmaksızın- boyun eğerek güvenlik sağlar.

Çocukluk ve gençlik çağında bir sınır içinde kişilik gelişmesine olumlu katkısı olan bu düzenin bütün yaşam boyu aşırı biçimde sürmesi, bazı düşüncelere ya da öğretilere körü körüne inanan bağnaz insanlar ortaya çıkarabilir.

- Duygusal Soyutlanma (Apati; Emotional Insulation)

Kişinin diğer insanlardan bağımsızlık kazanarak, duygusal ihtiyaçlarının onlar tarafından etkilenmesine karşı önlem almasıdır. Böyle bir insan, ilişkilerinde duygusallığa yer vermeyerek düş kırıklığına ve zedelenmeye karşı korunmaya çalışır.

Bu insanlar duygusal ihtiyaçlarının üstünü adeta bir kapakla örterek duygu dünyalarını etkileşime kapatırlar. Nitekim kliniklere başvuran bazı kişilerin, kendi sorunlarından söz ederken bir başka insana ait olayları anlatıyormuşçasına duygusal küntlük gösterdikleri sık gözlemlenmiştir.

Sözgelimi; sevdiği ve duygusal olarak bağlandığı bir kimseden çok acı çekerek incinen bir genç kız, kendini tümüyle derslerine adayıp başka hiçbir erkeğe yüz vermemeye başlayabilir. Sevme, sevilme, ona göre gerçekte var olmayan duygulardır artık.

Hele erkekler bu duygulardan hiç anlamazlar. Onun için bir erkeğe duygusal olarak bir daha yaklaşmamak gerekir. Önemli olan okulu bitirmek, bir meslek sahibi olmak, anne ve babanın uygun gördüğü biriyle evlenmek, yaşamdan duygusal doyum beklememektir.

Bazı insanlar ise bu mekanizmayı kendilerini her türlü acıdan koruyacak bir kabuk gibi kullandıklarından, yaşama etkin ve sağlıklı katılımlarını da azaltılmış olurlar. Bu insanlar duygusal olmamayı güçlülük olarak yorumlama eğilimindedirler.
Duygusal yalıtım, bazen aklîleştirme mekanizmasıyla birlikte kullanılır ve kişi, acı veren bir olaya ilişkin duygusal yaşantılarından mantıklı açıklamalarla kurtulmaya çalışır.

Babası ölen kişi, iyi bir ömür sürdü diyerek olayın yarattığı acı duygusuna karşı yabancılaşabilir; yenilgiye uğrayan bir diğeri, zaten yeterince çalışmamıştım düşüncesiyle değersizlik duygularını hafifletmeye çalışabilir. Duygusal olayları nesnel bir biçimde açıklayarak kaygıyla yüzleşmekten kaçınma, aydınlar arasında daha sık görülür.

Düşünce ve mantık, çağdaş insanın duygusal yaşantıya karşı geliştirdiği etkili bir koruma aracı durumuna gelmiştir. Günümüzde pek çok insan bir araya geldiğinde duygularını paylaşacakları yerde, sürekli olarak edebiyat, sanat ya da siyasetten söz ederek ilişki kurma eğilimi gösterirler.

Bazı insanlarda duygu ile düşünce arasındaki kopukluk aşırı oranlara ulaşabilir ve kişinin savunduğu düşüncelerle duygusal tepkileri arasında bir çelişki görülür. Düşünceleştirme mekanizmasının daha abartılı bir biçimde kullanılarak duygusal yaşantılardan tümden kopulması, karşıt tepki oluşturma mekanizmasına dönüşebilir.

- Dışlaştırma (Acting Out)

Bilinç alanına gelen duygu, düşünce ve isteklerin hiçbir denetimden geçmeden ortaya konulması ve gerçekleşmesine çalışılmasıdır. Anasına, babasına, yakınlarına karşı olumsuz duygu ve düşünceleri olan birinin, bunları onların yüzüne söylemesi, bu davranışı yüzünden doğacak kırgınlık ve tepkileri göze almasıdır. Bu düzen, kimi kez sövme ve saldırı biçiminde oluşur ve günlük hayata patavatsızlık dediğimiz türde davranışlarla yansır.

- Kötüleme (Blaming)

Elde edilemeyen, erişilemeyen, ulaşılamayan kişileri, nesneleri, amaçları kötüleyerek kaygıdan kurtulma yoludur. Başarısız öğrenci okulu; sevdiği kızla evlenemeyen genç, kızı ya da ailesini kötüler. Kedi uzanamadığı ciğere mundar der.

- Hastalık Hastalığı (Hypocondria)

Benlik tarafından kabul edilmeyen, olumlu doyum yolu bulamayan dürtülerin bedene yönelik sürekli yakınmalara yol açmasıdır. Çevreden ilgi ve sevgi görmediği kanısında olan kişi, devamlı yakınmalarıyla bu ilgiyi sağlamaya çalışır.

-Bedenleştirme (Somatization)


Hastalık hastalığı ile aynı türde bir savunma düzeneğidir. Kimi kez türlü yakınmalar, belirli bir amaca erişmek için oluşan bedensel belirtilerle dışa yansıtılır. Bu savunma türünde saldırgan dürtüler kişinin organlarına yöneltilir.

Hasta ancak bedensel yakınmaları yoluyla iletişim kurabilir. Çoğu kez kişi hastalık hastası olduğunu kabul etmez. Daha çok kadınlarda görülen sinirsel baş ağrıları, ikide bir bayılmalar ve diğer psikosomatik rahatsızlıklar, kaygının bedenselleştirilmiş hâlidir.

Hemen hemen herkes tarafından başvurulan bu savunma mekanizmalarının kullanımı, psikolojik açıdan normal bir davranış biçimi olarak kabul edilmektedir. Zira savunma mekanizmaları bir tür tampon işlevi görerek, geçici de olsa insanı içine düştüğü zor durumdan kurtarmaktadır.

Asıl sorun ise, insanın çevreye uyumu esnasında savunma mekanizmalarını fazlaca kullandığı zaman ortaya çıkmaktadır. Sürekli olarak kullanılan savunma mekanizmaları, ara sıra başvurulanların aksine, insanın çevreye uyumunu zorlaştırdığı gibi, insanın mevcut enerjisini gereksiz yere harcaması sonucunu da doğurabilmektedir.

Bu tür nevrotik davranış özellikleri gösteren kişinin temel yaşam biçimi, sorunlarla uğraşmaktan çok, onlardan kaçınmaya yöneliktir. Tüm düşünce ve davranışlar, yetersizlik duygularıyla yüzleşmemeyi sağlayacak bir örüntü içinde daraltılmıştır. Ne var ki bu kaçınma davranışları çoğu kez gelişimi engellediği gibi, zaten var olan güçlüklerin giderek pekiştirilmesiyle sonuçlanır.

Savunma mekanizmaları, belirtileri yok eden fakat hastalığı iyileştiremeyen ilaçlar gibi avutucu tedbirler olarak değerlendirilebilir. Zira onlar, engellenme ve çatışmaların meydana getirdiği kaygıları geçici olarak dindirmektedir.

Dolayısıyla savunma mekanizmalarının, problemlere gerçekçi çözümler bulununcaya kadar insan psikolojisi için olumlu bir fonksiyon icra ettiği; ancak gerçekçi çözümlerin gecikmesi durumunda ise durumun tersine döndüğü söylenebilir. Çünkü savunma mekanizmaları hiçbir zaman insanı tam anlamıyla bir doygunluğa ve mutluluğa ulaştıramamaktadır.

Nitekim birçok durumda savunma mekanizmaları ile kaygılarını kısmen dindiren insanlar, durumlarını idealize edebilmekte ve problemlerini gerçeğin ışığı altında görme sıkıntısına girmeyip, toplumla ilişkilerini koparabilmektedir. Aşırı durumlarda ise kaygı nöbetleri ve ciddi uyumsuzluklar meydana gelebilmektedir.

BLOG KATEGORİLERİ
Evde Bakım HemşireliğiHemşire Çalışma AlanlarıHastalıklar ve Hemşirelik YaklaşımlarıManşet HaberlerSağlıklı BakımAktualiteMakale & Sağlık HaberleriDoğal BakımGüncel DuyurularSağlık PersonelleriMesleki BilgilerHemşirelik MevzuatıHemşirelik YayınlarıHemşirelik Eğitimi Veren Okullar